Zihnimizin Sesiyle Barışmak
Hepimiz aynı gökyüzü altındayız ve bizi bir arada tutan ortak şeyler var bu hayatta. Farkında olmasak bile her an dış dünya iletişim halindeyiz. Hayatımızda yer verdiğimiz sayısız insan… Aile, arkadaş, eş, sevgili ve daha niceleri…
Hayatımızda yer verdiğimiz her insanla, her canlıyla bağ kurarız aslında. Onları kırmamak için çabalar, ihtiyaçları olduğunda yardıma koşarız. Hatalıysak özür dileriz, sevgimizi göstermekten çekinmeyiz ve olumlu- olumsuz tüm yönleriyle kabul ederiz. Onlara güvenir ve yapmak istedikleri şeyler konusunda cesaretlendiririz.
Peki kendimize karşı nasılız? Kendimizin önündeki engel yine biz miyiz? Tam burada ‘’Özsaygı’’ dan bahsedebiliriz.
Özsaygı; kendimizi değerlendirmemiz sonucunda, kendimizle ilgili geliştirdiğimiz olumlu-olumsuz tutum ve yargıların tümü diyebiliriz aslında. Kendimizi değerlendirirken de daha çok başkaları ile ilişkilerimize göre değerlendiririz. Daha iyinin ya da daha kötünün yanında kendimize bir yer buluruz.
Yapabildiklerimiz, yapamadıklarımız, isteklerimiz, hak ettiklerimiz hatta yapamayacağımızdan emin olduğumuz her şeyi özsaygımız şekillendirir. Kendimize yeteri kadar özsaygı göstermediğimizde ise o sesi duymaya başlarız, bize bizi kötüleyen sesi…
‘’Yapamazsın, beceremezsin, başaramayacaksın…’’ en çok duyduğumuz sesler olur. Bu ses bizim hep olduğumuz yerde kalmamızı ister. Konfor alanımızda devam etmemiz gerektiğine ikna eder bizi. Çünkü konfor alanı güvenli ve rahattır, ancak iyi olan her şey konfor alanın dışındadır.
Bir süre sonra, bu sesin dediği her şeyi çok fazla dinlemeye başlarız. Kendimize olan sevgimiz de saygımız da azalır. Potansiyellerimizin hiçbir anlamı kalmaz. Harekete geçmek en tehlikeli şeymiş gibi gelmeye başlar. Kendimiz hakkında sadece olumsuz şeyler düşünmeye başlar ve en kötüsü de buna inandırılırız. Bu sesten kurtulmak için bütün enerjimizi harcarız. Kurtulamadıkça daha da inandırır kendine. Çünkü bu ses bizi önemsediğimiz yerden kırmayı çok iyi yapabilmekte…
Ya bu sesten kurtulmak yerine, birlikte yürümeyi öğrensek nasıl olurdu?
Yapmamız gereken ilk şey bu sesi fark etmemizdir. Zihnimizde bize sürekli olumsuzu söyleyen bir ses olduğunun bilincinde olmalıyız.
İkinci olarak sesle aramıza bir mesafe koymak ve onu uzaktan gözlemlemek. Bu sesin nereden geldiğini ve neden geldiğini anlayabilmek için araya mesafe koymamız gerekiyor. Çünkü bir şey bize ne kadar yakınsa o kadar görüş alanımızın dışında kalıyor ve karşımızdakinin gerçek boyutu hakkında bir fikir sahibi olamıyoruz. Daha uzaktan bakarsak eğer, sesin sahibini tüm hatlarıyla görebiliriz.
Bunu nasıl yapabiliriz?
Zorlayıcı bir işle uğraşıyorsunuz diyelim, bir noktada tıkandınız ve işin içinden çıkamıyorsunuz. Bu sırada zihninizdeki ses konuşmaya devam ediyor. Bir an durun, nefes alış-verişlerinize odaklanın ve zihninizdeki sesin konuşmaya devam etmesine izin verin. Kendinize nazik olmaya çalışın. Elinizi kalbinizin üzerine koyun ve yaşadığınız deneyimi hissetmeye çalışın. Hissettiklerinizin ve anın farkında olun.
Bir başka yol ise yaşadığınız ana farklı bir perspektiften bakmaktır. İçinde bulunduğunuz durumda siz değil de sevdiğiniz bir insan olsaydı? Ona nasıl yaklaşırdınız? Sevgi ve şefkatle değil mi? Yapabileceğine inanarak onu cesaretlendirmeye devam ederdiniz ve pes etsin istemezdiniz.
Kendimize de tıpkı bu şekilde yaklaşmalıyız aslında. Olduğumuz kişiyi, olduğumuz halimizle kabul etmeliyiz. Kendimize sevgi ve saygı göstermek için koşullar koymamalı, bizi biz olduğumuz için sevmeliyiz. Hayatımızdaki insanlara gösterdiğimiz ilgi ve alakayı kendimizden esirgememeliyiz. Zihnimizdeki sese rağmen değil, bu sesle birlikte yürümeyi başarabilmeliyiz.
Psk. Aylin Dirican